23 Ağustos 2012 Perşembe

Çizginin Doğuşu I

Çizgi romanın serüvenini anlatmaya en uygun önsöz herhalde bu konudaki kişisel serüvenimi özetlemektir.

Bir çoğumuz gibi küçükken etrafından "Teksas Tommiks mi okuyorsun?" yorumlarıyla başladı çizgi roman serüvenim. Bugünden bir çok anlamda farklı bir dünyaydı serüvenin başladığı dünya. Globalleşme henüz bir gerçek haline gelmemişti. Internet diye bir şeyin varolduğunu çok az insan biliyordu ve kesinlikle bir kültür iletim ortamı değildi.

80'lerde çizgi dünyanın çok farklı dinamikleri vardı Türkiye'de. En başta toplum için bir çizgi dünya kavramı vardı. Fakat bu kavram graphic novel, çizgi roman ya da süper kahraman kavramlarından çok uzaktı. Bu dünya Tekin Aral'ın Gırgır dergisi etrafında şekillenen bir dünyaydı.


Mizah, taşlama ve politik eleştri bu dünyanın temelleriydi. Ve Gırgır nerdeyse her nesilden insan tarafından okunan bir dergiydi, milyonlar civarında tiraja ulaşabiliyordu. 

Böyle bir dünyanın içerisinde Alfa Yayınları ve Tay Yayınları dünyadaki anlamıyla çizgi roman yayınlayan iki yayıneviydi Türkiye'de. Tay Yayınları daha çok İtalyan vahşi batı çizgi romanları yayınlarken (Zagor, Tommiks) Alfa Yayınları Marvel ve DC çizgi romanlarını Türkiye'ye tanıtıyordu. Çocukluk hatıralarımdan biri de dedemi evlerinin 2 blok üstündeki gazeteciye sürükleyerek bu çizgi romanlardan aldırtmamdır.

Çizgi roman herkes tarafından saygı gören bir tür değildi o zamanlar. Türkiye politik polarize bir toplumdan, apolitize nötr bir topluma dönüşmekteydi. Çizgi romanlar bu dönüşüm için mükemmel bir araç olabilirdi belki ama tabi bu dönüşümü zorlayan zümre toplumu pasifize etmek için milli ve muhafazakar değerler etrafında birleşen tek tip insan projesine giriştiğinden böyle bir kültür akımına çok da sıcak bakmıyordu. İnsanlar da belki bu apolitizme bir direniş olarak çizgi romanların fantastik dünyasına tepkiliydi. Teksas-Tommiks diye çizgi romanları küçümsemek genel kanıydı.

İlkokul öğretmenimin "Çizgi roman okumayın, hayal gücünüzü köreltir" dediğini hatırlıyorum o zamanlardan. Kendince, klasik edebiyat anlayışı içerisinde haklı bir yanı vardı. Ama çizgi romanın o zamanlar ancak klasik edebiyatın uç örneklerinin ulaşabileceği bir hayal gücü düzlemine ulaştığını o zaman ben de o da bilmiyorduk.

Örümcek Adam, Superman, Batman, Muhteşem Beşli (Superman, Batman, Robin, Harika Kadın, Aquaman), Rom, Mandrake ve Zagor o zamandan hayal meyal hatırladığım şeyler. Daha sonraları trade paperback adı verildiğini öğrendiğim bir formatta oluyordu bunlar genelde. Yaklaşık 40-50 sayfa civarı ve birden fazla hikaye içeriyorlardı. Çizgi romanların periyodik yayınlanması söz konusu değildi, bu tarz anca satabiliyordu çizgi romanlar.

Daha sonra günlük gazetelerin çizgi roman okuyucu kitlesine yönelik olarak yaptığı promosyonlarla Tommiks, Teksas ve Kaptan Swing ile de tanıştık. Bu furyadan sonra zaten Alfa Yayınları da, Tay Yayınları da öldü. Tay Yayınları bir daha toparlanamadı. Alfa Yayınları da çizgi roman sektöründen çekildi. Yaklaşık 10 yıl boyunca, Arka Bahçe yayınları X-Men serisini yayınlamaya başlayana kadar kıpırtı yoktu.

Tabi 80'lerdeki bu dönemin bu hikayede önemli bir yeri var. Bu dönem bizim çizgi roman denilen şeyden ne anladığımızı belirledi. O zamanlar tabi hissettiğimiz duygu daha çok etkilenme olsa da aklımda kalan şeyler şunlardı:

O zaman okuduğumuz çizgi romanlarda karmaşık ve çok katmanlı hikayeler vardı. Örümcek Adam ve Batman birer adım öne çıkıyorlardı bu çok katmanlı hikaye stilinde. Yıllarca sevmedim Superman'i süper bir adam olduğu için.

O zaman okuduğumuz çizgi romanlardan sanal evren kavramını ilk defa gördük. Örümcek adam Fantasik Dörtlü ile takılırdı zaman zaman. Hulk sırayla herkesle çarpışırdı. Herşeyin birbirinin içinde olduğu bir evrendi bu.

O zaman okuduğumuz çizgi romanlarda görsellik ve anlatımın uyumunu gördük. Basit birer eğlence aracı olmanın ötesindeydi bu yapımlar.

Binyıl sonundaki Arkabahçe yayınları ile gelen çizgi roman baskınından bahsetmeye bile gerek görmüyorum. Çünkü o dönem en azınan benim için ne yeni tadlar keşfetmek için yeterli oldu, ne de nerde durduğumu anlayabildim. Eski bir sevgili ile geçirilen bir hafta sonu gibiydi herşey. Ultimate serileri ile işin nerelere gittiğini gördük, özlediğimiz tadları tekrar yaşadık. Ama sürmedi üzerinde konuşulacak kadar malesef.

Fakat bilgi çağı dediğimiz dönüşüm çeşitli şekillerde çizgi roman kültürünü daha ulaşılır kılmakta ısrarlı ve istemediğimiz kadar çizgi roman önümüze serildi bu yeni çağda. Oturup -biraz abartalım- ilk çizgi romandan bu güne ne var ne yok okumak mümkün oldu. Tabi ben de her nerd'ün yapacağı gibi bu fırsatı kaçırmadım.

İlk okuduğum materyal Marvel Age'i açan Fantastik Dörtlü 1 ile başlayan Marvel serisiydi. Sanırım 2-3 senelik materyal okudum FF #1 den sonra. Fakat bu hikayeni ayrıntılarını sonra paylaşacağım. Çünkü bu materyali bir süre okuduktan sonra daha geriye gidip Golden Age'in başlangıcından itibaren DC Comics serilerini okumaya başladım. Aradaki Marvel serisi ile ilgili şu anda söyleyeceğim tek şey çocukken okumaya alışık olduğum karakterlerin bebek adımlarını güzel olduğu.

Bu yazının ilk taslağını yazdığım zamandan bugüne de ne mutlu ki çok şey değişti. Arkabahçe yeniden aktif hale geçti. Daha önceki yayın politikasını değiştirmek zorunda kaldı, periyodik yayınlar hala Türkiye için çok da uygun değil. Fakat kaliteli formatlarda koleksiyonlar yayınlamaya başladı Arkabahçe ve gördüğüm kadarıyla bu yayınlar hem çizgi roman sever kitlede hem de yakın kitlelerde kabul gördü. Tabi işin içinde Marvel ve DC dünyasının artık daha global ve daha kolay ulaşılır olması da var.

Fakat her şeyin en başı daha önemli belki. Sene 1937.

Devamı : Çizginin Doğuşu II